Mimarlık kültürü
11 Ocak 2016 Pazartesi
Mimarlık kültürü: RENK VE GENEL TANIMLAMALAR
Mimarlık kültürü: RENK VE GENEL TANIMLAMALAR: 1731' de Jacob Christopher le Blon boya maddesi kırmızı, sarı ve mavinin yemek renkler olduğunu bulmuştur. Güneş ışığı gökyüzünden geldi...
29 Aralık 2015 Salı
SAĞLAMLIK YAPI NASIL AYAKTA DURUR
Her an yıkılacakmış gibi görünen kırılgan bir strüktüre bakarken duyduğumuz gerilim, yapıyı taşıyan iskeletle gördüğümüz şey arasındaki, yani fiziksel strüktür ile algısal strüktür arasındaki farklılığı sergiler. Bunlar aynı şey değildirler. Çünkü bir sütun, sırf bize güven vermek amacıyla strüktürel olarak gerekli olandan çok daha büyük yapılabilir. İtalya, Paestum'daki Poseidon Tapınağının kalın sütunlarında durum budur.
Racguet an Tennis Club'ın duvarı gereğinden daha sağlam görünür ve bize strüktürel aşırılık güvencesi verir, oysa Lever Evi'nin gerçek fiziksel kolonları asılı yeşil bir cam örtüyle kapatıldığı için burada yapıyı tutanın ne olduğuna dair hiçbir görünür algısal ipucu bulunmaz.
Wayne Eyalet Üniversitesinde Eczacılık Bölümünün tersyüz Shapero Salonu gibi bir yapı gördüğümüzde bir instabilite, yani dengesizlik duygusuna kapılıyor ve belki böylesi bir yapıyı tepe üstü yerleştiren mimar ve mühendisin ustalığına şaşkınlıkla bakakalıyoruz. Lever Evin'de mimar bir yapıyı kütlesel ve "ağır" ötekiyse "hafif" olarak duyumsayacağımızı bilerek bizim katı taş ve saydam cama ilişkin farklı algılarımızla oynuyordu.
Frank Furness, şimdi ne yazık kı yıkılmış olan 1876-1879 tarihli, Philadelphia, Provident Life and Trust Company binasında bunu örnekler. Bu yapı, muazzam bir ağırlık duygusunu sıla vuruyordu ve yapı bölümleri, aşağı doğru kayarak birbirinin içine geçirilmiş ve sıkıştırılmış gibi görünüyordu.
DİKME VE LENTO
Strüktürün başlangıcı, ister taştan, tuğladan, kerpiç ya da balçık bloklardan, ister cam bloklardan ya da başka değişik malzemelerden yapılmış olsun, duvardır. Ama duvarlarla çevrili oda da ışık ve görüş olmadığı için bu duvarın açılması gerekir. Bu açığın üzerinde ki bloklar ya da tuğlalar yerçekimine karşı desteklenmelidir ve bu ya bir kiriş ya da bir kemer aracılığıyla yapılır. Yukarıdaki duvarı taşımak için bir duvara yerleştirilmiş böylesi bir kirişe LENTO denir. Kolon ve kiriş ya da dikme ve lento sistemi kalıcı maddelerle yapılan insan yapıları kadar eskidir. Arkeolojik ve antropolojik kanıtlar, dayanıklı taşın kullanılmasından çok daha önce, akşap ya da bağlı papirüs kamıştan kolon ve kiriş sistemlerinin kullanıldığını gösteriyor. İnsanlar kolonları ve kirişleri bir kaç yüzyıldır kullanıyor olabilirler. Böylesi bir sisteme, Latince trabs ya da kirişden türetilerek, kirişli sistem denir.
Kristal malzeme olan taş ve beton, lifli ahşaptan daha az çekme dayanımına sahiptir ve verili bir açıklık üzerindeki ahşap bir kiriş aynı yükü taşıyan taş bir kirişi çatlatabilecek bir yükü taşıyabilir. Kuşkusuz, taş kiriş kendi başına çok daha ağır olarak işe başlar. Büyük basınç dayanımına sahip olan beton kirişlerde çözüm betonun içine çekme kuvvetlerini alacak bir şey yerleştirmektir. Bu Romalılar tarafından, modern zamanlarda olduğu gibi, içine daha sonra sıvı betonun döküleceği kalıbın içine demir ( şimdi Çelik ) çubuklar yerleştirilerek yapılmaktaydı. Sonuç BETONARME dir.
ÇERÇEVELER
Dikmelerin ve lentoların iki boyutlu düzlemsel sistemi üç boyutta yayılmış olarak tasarlanırsa sonuç bir çerçevedir.
KEMER
Bir kez daha temel kagir duvara dönersek, bir açıklığı geçmek için bir seçenek bulunduğunu keşfederiz-Kemer. Lento gibi kemer de taştan yapılabilir, ama kemer iki büyük üstünlüğe sahiptir. İlk olarak, kagir kemer birçok küçük parçadan, kıskı şeklinde kemer taşlardan oluşur, böylece büyük taş bloklarla uğraşmanın yanı sıra, çatlağı ve kusuru olmayan büyük bir taş lento bulma gibi kesin bir zorunluluktan kurtulma olanağı sağlar. İkinci olarak, fiziksel özellikleriyle, kemer, taş bir lentoların göre çok daha büyük açıklıkları geçebilir.
TONOZLAR
Kemerlerde inşa edilmiş kemerli bir strüktür, strüktürel olarak düz bir düzlem üzerinde hareket eder; ama eğer kemer mekanda ötelenirse meydana gelen şekil bir tonozdur. Beşik kemer durumunda, meydana gelen tonoza tünel tonoz ya da beşiktonoz denir. Romalılar tarafından erken dönemde tasarlanan bir çözüm ana tonoza dik açılı, birbirleriyle kesişen ek tonozlar eklemekti; böylece, her bir ucunda ve kenarları boyunca geniş yarım dairesel lunetteler tarafından açılan çapraz tonoz elde edildi.
KAFES KİRİŞLER
Romalılar ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda büyük yapıların temel öğesi olduğunu kanıtlayan bir başka strüktüle tip de kullandılar- kafes kirişler. Geleneksel kafes kirişi üçgen şekiller ya da hücreler şeklinde düzenlenmiş ahşaplardan yapılıyordu. Geometrik yapısı dolayısıyla üçgenin, kenarlarından biri bükülmeden ya da bozulmadan şekli değiştirilemez. Bu nedenle, üçgenleri birbirine ekleyerek görece hafif olmasına karşın oldukça sağlam uzatılmış figürler yapmak olanaklıdır.
Uzay kafesi ve geodezik kubbeler : Dikme ve lentoda ya da kemerde olduğu gibi kafes kirişi de, yeni bir strüktür tipi oluşturmak üzere üç boyutta uzatılabilir.
KABUKLAR: Diğer bir strüktürel tip kabukları kullanır. Tipik olarak betondan yapılan kabuklar çok kalın ve ağır ya da son derece ince ve hafif olabilirler.
TEKNOLOJİ VE RİSK : Yeni bir teknoloji geliştirildiğinde onu kullanmak için önüne geçilmez bir istek duymak insani bir tutkunun bir parçası gibi gözüküyor.
KÜLTÜREL BİR İFADE OLARAK STRÜKTÜR : Strüktür yeni bir çerçeve ya da kılıf yaratmaktan daha fazla bir şeydir. Seçilen malzemeler ve bunların kütleselliği ya da maddesizliği çağrıştıracak şekilde bir araya getiriliş biçimleri bir kültürün kendisine ve tarihle ilişkisine dair sahip olduğu bakış açısının bir parçasıdır.
27 Aralık 2015 Pazar
ÇEVRENİN BİR PARÇASI OLARAK MİMARLIK
Yapı yapıldıktan sonra aynı bir ağaç ya da bir kaya gibi çevrenin bir parçası olur. Bu olgu çifte öneme sahiptir. İlk olarak mimarın tasarım sürecinin her adımında önerdiği yapının, ister kentsel bağlam isterse doğal bir peyzaj olsun, çevreyi nasıl etkileyeceğini göz önünde bulundurması gerekir. Önerilen yapı varolan bağlamı destekliyor mu ya da bağlamda farklı ve kasıtlı bir karşıtlık mu oluşturuyor? İkinci olarak, tanımlanır tanımlanmaz yapı da çevredeki diğer şeyler gibi Güneş'in, yağmurun ve zamanın sürekli etkisine maruz kalır. İşveren ve mimar geçici sergi binalarında olduğu gibi bilinçli bir bildirimde bulunmayı ve yapının çevreye tepkisini en az öncelikli etmen olarak ele almayı isteyebilirler. Ama diğer durumlarda, görece daha kalıcı yapılarda, yapının yakın mikroçevreye yapacağı etkinin yanı sıra çevresel kuvvetlerin yapı üzerindeki etkilerininde göz önünde bulundurulması gerekir.
Anasazi halkı, güneybatı Kolorado'daki Mesa Verde'de dokuz yıl önce mağara oyuklarına köylerini inşa ederken bunu yapmıştır. Evler oldukça geride konumlandırıldığı için yar çıkıntısı yazı. Güneş ışınlarının çatıyla temasını engeller. Ancak kışın, eğik güneş ışınları mağaranın gerisine ulaşır. Ama eğer yakınlarda bir yar yoksa, bir seçenek konut mekanıyla güneş arasına büyük bir malzeme kütlesi koymaktır.
Konutlar için pasif güneş ısıtma sistemi kullanmak olanaklıdır; bu sistemde güneş ışınımının, ısıyı içine çeken ve sonra geceleri bu ısıyı yapının içine yayan tuğla döşemeler ve taş duvarlar gibi ısıl kütleleri üstüne düşmesine izin verilmez. Daha kesin bir kontrol istenildiğinde, güneş ışınımını soğuran toplayıcı levhalar, bu ısıyı toplamak için levhalar içindeki borularda dolaşan bir sıvı, sıvıyı diğer bölgeye taşıyan pompalar, taşınan ısıyı depolayan ısıl bir kütle ve gerektiğinde ısıyı depolayan kütleden odalara taşıyan hava kanalları ya da su borularından oluşan ek bir ikincil sistem kullanarak bir aktif güneş ısıtma sistemi kurulabilir.
1958 tarihli, Hindistan, Yeni Delhi'deki Birleşik Devletler Elçilik Binası'nı tasarlarken Edward Durell Stone güneş ışığının doğrudan içerdeki cam örtüye ulaşmasını önlemek için benzer bir şekilde dökme beton bloklar kullanmıştır; aynı zamanda güneş ışığını duvardan uzak tutmak için de bir konsol çatı kullanılmıştır.
Yapılar yalnızca güneşten değil rüzgardanda etkilenirler ve kuşkusuz, yapılarda rüzgar örüntüleri üzerinde karşı etkide bulunurlar.
Irak'ta ve Pakistan'da geleneksel evler, hakim rüzgarları yakalaması ve havalandırma sağlaması için çatılarının üstündeki hava kepçeleriyle birlikte yapılır.
1880'lerde Chiago'da gökdelenler ilk kez geliştirildiğinde, mimarlar Paxtonun tekniklerine döndüler ve yapının merkezinde kafesli omurga yaratacak şekilde çaprazlarla Çelik çerçeve elemanlarını birbirine bağladılar.
... Yeni malzemelerin ve teknolojilerin yetersizliğinin bu yakın ve dramatik örneği yalnızca eski bir sorunun yeni görünümünden ibarettir. İsa'nın doğumundan bile önce, Vitruvius Romalı mimarları uygunsuz malzemeler ya da elverişsiz yapı formları kullanmamaları konusunda uyarmıştı.
MİMARİDE RENK
Mimaride renk, bir binanın karakterini vurgulamak, onun biçim ve malzemesine dikkati çekmek, onun bölümlerini daha belirginleştirmek için kullanılırdı.
Önceleri renk hiç problem değildi; zaten kendiliğinden geliyordu. İnsanoğlu barınağının duvarlarını çevreden kazıp çıkarttığı katı çamurdan ya da etraftan topladığı taşlardan yaptı. Bunlarla birlikte dal, saz ve saman gibi malzemelerde kullandı. Sonuçta ortaya çıkan, doğanın renklerine sahip bir yapıydı.
İlkel insan doğal renklere sahip ahşap ya da kerpiç kulübesini çiçek çelenkleriyle ya da renkli kumaşlarla süsledi.
Sonraları insan malzemeleri doğa da olduğundan daha dayanıklı yapmanın yolunu buldu. Böylece, yeni renkler ortaya çıktı. Toprağı fırınlayarak yapılan tuğlalar, Güneş'te kurutularak yapılan gri renkli tuğlalardan farklı olarak kırmızı ve sarı renklidir.
Bina malzemelerinin üstü korunmak için boyansa da yine de karşımıza çıkan renkler sınırlıdır. Çünkü sadece bir kaç renk boya sağlamlık ve dayanıklılık açısından güvenilirdi.
Yapı malzemelerinin rengi doğa tarafından üretilmek yerine insan tarafından kontrol edilmeye başlandıktan sonra, mimari tasarımda yeni bir adım atılmıştır.
Norveç ve İsveç'in kırsal yörelerinde ki kütükten yapılan evler, çoğunlukla yeşil çevrelerine zıtlık yaratan koyu kırmızı bir renge boyanır. İsveçli sanat tarihçisi Erik Lundberg bu konuda bir teori geliştirmiştir. Ona göre evlerin böyle boyanması, daha görkemli ve dayanıklı olan kırmızı tuğlalı malikaneleri taklit etmek için başlamıştır. Bu taklidin arkasında gerçek bir evin kırmızı renkte olması gerektiği inanışı yatar.
İtalyan şehirlerinde bu renkler yörenin toprağı ile aynıdır. Örneğin Siena'daki stil evlerin rengine terre di Siena (siyena toprağı ) denir.
Tütün renkleri çalışma odası parfüm renkleri ise kadınların özel odası için uygun görünür.
Ufak bir oda, soluk bir renge boyanarak daha büyük gösterilebilir. Kuzeye ya da Doğu'ya bakan "soğuk" bir odada fildişi krem ya da şeftali gibi sıcak renkler kullanılarak yapay bir güneş ışığı sağlanabilir. Ancak ortada bulunan gerçek özellikleri saklamak yerine rengin akıllıca kullanımıyla vurgulamak gerekir. Ufak bir odanın koyu ve yoğun tonlarda boylaması gerekir ki, sizi saran dört duvarın oluşturduğu yakın ortamı hissedebilirsiniz. Büyük bir oda da kullanılan renk düzeni ise, bir duvardan diğerine olan uzaklığı iyice hissedebilmemiz için, açık ve hafif olmalıdır.
İnsan, rengi sadece yapı malzemelerini korumak, taşıyıcı elemanları ve dokusal etkileri vurgulamak için değil, ayrıca görkemli bir mimari kompozisyonu veya bir dizi mekan arasında ki ilişkiyi belirgin kılmak için kullanmaya başladıktan sonra önünde yeni ve büyük bir alan açılmıştır.
RENK VE GENEL TANIMLAMALAR
1731' de Jacob Christopher le Blon boya maddesi kırmızı, sarı ve mavinin yemek renkler olduğunu bulmuştur.
Güneş ışığı gökyüzünden geldiğinde, havada bulunan partiküllerden büyük oranda oksijen ve azot partiküllerinin engelleriyle karşılaşır. Bu çarpışmalarda ışınlar yön değiştirirler ve Işın serpintileri oluşur. Bu serpiştirilen ışınlardan kısa dalgalı mavi ve mor ışık, uzun dalgalı kırmızı ve turuncudan daha fazla serpiştirilirler. Böylece serpinti ışığı kırmızıdan on kat daha fazla mavi ışık içerir. Bunların hepsini İngiliz fizikçi ve Nobel ödülü sahibi lord Rayleigh keşfetmiştir. Onun anısına, ışığı havanın içinde doğru yolundan saptıran bu olaya "Rayleigh- Serpintisi " denir. Bu üstünlüğe yeşil , sarı ve turuncu renkli ışık huzmeleri karşı koyamaz ve serpinti ışığı bize mavi görünerek gökyüzünün rengini gerçekleştirir.
Henry Matisse " Renk ışığın dışa vurumudur. " diyerek özet bir tanım getirmiştir. Renk teorisine önem veren sanatçılar, rengin ışıksal etkisiyle daima ilgilenmişlerdir. Işık ışınları, elektromanyetik enerji dalgası olarak renk öğesini içinde bulundurma özelliğiyle temel nitelik taşır. Renkler, değişik dalga boylarıyla ışın demetleri içinde yerlerini almaktadır. Bu alanda çalışmalar yapan bilim adamı Isaac Newton 1666 da renk sistemleri üzerine açıklamalar getirmiştir.
En az kırılma açısı kırmızı renge aittir. Renkler kırılma açılarına göre; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert ve mor olarak sıralanmaktadır.
Ayrıca sıcaklık ve renk de birbiriyle ilişkilidir. Bir cismin radyasyon ( ışıma ) ısısı o cismin en fazla ışık verdiği dalga boyu ile ilişkilidir.
Bir nesne görülebilen tüm ışınları emerse siyah görünür. Hiç emmezse beyaz görünümlü ya da saydam niteliklidir. Cismin enerji emişi atomun yapısına, elektrik yüküne ve doğrudan içinde bulunduğu doğal koşullara göre değişir.
Renk Çemberi ve Temel Kavramlar :
Temel renk çemberi, sanat basamaklarının kaçınılmaz başlangıç noktasıdır. Sanat alanında ve sanat eğitiminde ki sıralamada ; üç ana renk ilkesine göre kırmızı, mavi, sarı genellikle ara renklerle birlikte 12 renk değeri gösterilmektedir. Bitişik, yani komşu olan renklere ve karşıt renklere, bu sistem kullanılarak açıklama getirilmektedir.
Renk ışıktan çıksada, renk karıştırma ve kullanımdaki esaslar renk kaynağının ışık ve boyalar olmasına göre farklıdır. Işığın ışınları direkt ışıktır, oysa boyanın rengi yansıtılmış ışıktır.
Pigment : Bir yüzeye renk katmada kullanılan sıvı, toz ya da değişik medyumlara karışımlı boya maddelerinin renk sağlayan niteliğine "pigment" denir.
Saturation(doyum) : İki karşıt renk pigment olarak karşılaştırılırsa, krom grisine dönüşmeye başlar. Tamamlayıcı karışım yapılarak grileşme derecelerine ise "saturation ( doyum ) " denir.
Hue : Renk çemberinde yer alan renklerden her birini diğerlerinden ayırtan ve rengin karekterini tanımlatan özelliğine hue denir.
Value ( Değer ) : Renklerdeki kendi şiddet ve özelliklerinden beyazdan siyaha olan dikey değişimlere "değer ( value ) " denir.
Analog Renkler : Renk çemberinde yer alan renklerde, yan yana gelenlere analog renkler denir.
Sıcak Soğuk Renkler : Sarı turuncu, kırmızı gibi renklere yarattıkları psikolojik etkilerden dolayı, sıcak renkler tanımlaması yapılmaktadır. Mavi rengi merkez alan ve onun iki tarafında mor ve yeşili de kapsayan renklere soğuk renkler denir.
Sıcak renkli yüzeyler olduklarından daha yakın, soğuk renkli yüzeyler ise olduklarından daha uzak etki yapmaktadırlar.
26 Aralık 2015 Cumartesi
MİMARİDE GÜN IŞIĞI
Gün ışığı sürekli olarak değişir. Mimarın kontrol edemediği tek şey gün ışığıdır. Mimar gün ışığını çözümledikten sonra daha tek bir taş dahi yerine koymadan binanın niteliklerini ve niceliklerini kesinlikle tanımlayabilir. Öncelikle, ışık miktarındaki değişimler dikkate alınmayabilir. Çünkü ancak aletlerin yardımıyla ölçülebilen bu değişimlerin çoğu Zaman farkına varamayız.
Mimarinin yaşanmasında ışık önemli bir rol oynar. Aynı oda, duvarlarındaki açıklıkların boyutlarının ve yerleşimlerinin değişmesi sonucu çok farklı mekansak izlenimler verebilir.
Aydınlatma açısından gruplandırabileceğimiz üç tip mekan vardır :
1. Aydınlık açık mekan
2. Tepeden ışık alan mekan
3. Yan tarafından ışık alan mekan
Işığın her yönden girdiği aydınlık açık mekana, tarih boyunca çeşitli çağlarda, özellikle sıcak iklimli ülkelerden örnekler bulabiliriz. Bu tip mekan Güneş'ten korunmak amacıyla sütunların üstüne yerleştirilen bir çatıdan oluşur. Buna ise verebileceğimiz en güzel örnek Cadillac kasabasında ki kapalı bir pazar yeridir. Pazarın çevresindeki evleri geçen çok yüksek bir tavanı vardır. Bu durum sonucu olarakta içerisi çok aydınlıktır.
... Kusursuz ışık ile anlatılmak istenen şudur : Çoğu kimse için kusursuz ışık yalnızca bol ışık anlamına gelir. Bir şeyi yeterince iyi görmezsek daha fazla ışık isteriz. Oysa çoğu Zaman bunun yeterli olmadığını görürüz. Çünkü ışığın niteliğinden çok niceliği önemlidir.
Algılamanın doğru ve net bir şekilde olabilmesi için gönderilen yoğunlukta, ışık yönünde doğru olarak belirlenmelidir.
Tepeden aydınlatılan ve geri kısmı tamamıyla kapalı alanlar vardır ve bu tür alanlara en güzel örnek şüphesiz Roma'daki Pantheon'dur. Dış dünyanile bağlantı sadece tepesinde bulunan delik yardımı ile sağlanacaktır. Güneş ışığının eğik bir huzme şeklinde içeri girdiği zamanlar dışında ışık mekana eşit şekilde yayılır. Yine tek bir kaynaktan belirli bir doğrultuda düştüğü için gerçek gölgeler oluşturulur. Kare ve daire biçimindeki mermerlerle döşenmiş zemin tepeden gelen ışığın çoğunu alır ve en karanlık noktaları bile aydınlatacak şekilde yansıtır. Böylece hiçbir noktada simsiyah bir gölge oluşmaz.
Birde yalnızca yandan aydınlatma yöntemi vardır. Bu aydınlatma yöntemine ise verilebilecek en güzel örnek eski Hollanda evleridir. Tipik eski bir Hollanda evi derinliği fazla, yüksek ve dar kalkan duvarı olan bir binaydı. Alt katlar yaşama alanı olarak, üst katlar ise ihtiyaç duyulan malzemeleri depolamak amacıyla kullanılırdı. Yeterli ışığın girmesini sağlamak amacıyla kalkan duvarın alt kısmına birçok büyük pencere yerleştirilmişti.
Bizler bu ışık konusunu sadece mimarlarda değil o dönemlerin ressamlarında da çok rahat görebilmekteyiz . Bazısı orada dramatik bir durumu canlandırırken diğer tarafta saydamlığı seven ressamların berrak ışık kullanımlarını görmek oldukça mümkünüdür.
Sonuç olarak gün ışığının sanatçılar için ne kadar üstün bir ifade aracı olduğunu net bir şekilde anlamak ve anlatmak mümkündür.
ORANTI
Yunan filozofu Pythagoras, uzunlukları 3'e 2 oranına sahip iki sıkı telin birlikte çekildiğinde beşinci diye adlandırılan tonu üreteceğini gösterdi.
Dahası, eskiler insan biçiminin tanrıların biçimine dayandığına inandıkları için, evrensel ve tanrısal geometrik ve orantılı ilişkilerin insan bedeninin orantılarında da gözlemlenebileceğine de inanıyorlardı.
Vitruvius, göbeği merkez alarak, insan bedeninin uzantılarının, geometrik şekillerin en temeli ve ideali olan bir kare ve bir dairenin kenarlarında yer alışını betimler.
Yunanlılar tarafından uygulanan diğer bir orantısal sistem x'in 2x+1'e oranına sahipti, bundan dolayı Yunan tapınakları normalde dar cephelerde altı, uzun yan kenarlarda onüç sütun ya da daha az olarak on yediye sekiz sütuna sahipti.
Belki Yunan mimarlığı ve tasarımıyla ve bir bütün olarak klasik mimarlıkta en çok ilişkilendirilen orantı sistemi, Altın Kesit ya da Altın Oran denilen sistemdir.
Yunanlılar bu iki teorem üzerinde geometrik olarak, şu iki yoldan biriyle, sahada ipler ve çivilerle ya da parşomen üzerinde çizim aletleriyle çalıştılar. Problem bir A-B doğrusunu iki parçaya bölmektir; öylesi kısa parçanın uzun parçaya oranı uzun parçanın tüm doğruya oranına eşit olsun.
... Hatta daha basit olarak, bir Altın Kesit dikdörtgeni verili bir kareden türetilebilir. Önce , kare ikiye bölünür, öyle ki her yarı iki birime bir birim ölçüsündedir. Sonra bu dikdörtgenlerin birinin diyagoneli orijinal karenin kenarı boyunca aşağı doğru döndürülür. Döndürülen diyagonelin ucundan istenilen Altın Kesit dikdörtgeni elde edilir. Bitmiş dikdörtgenin oranları 3.236'a ya da 1.618'e 1 olan 2'dir.
Bir Altın Kesit dikdörtgeninde, bir uçtaki kare işaretlenir ve kalan dikdörtgenin ucunda daha küçük bir kare çizilir ve bu artık daha fazla kare çizilemeyene kadar devam eder. Eğer sonra bu içiçe dikdörtgenlerin köşeleri eğri bir çizgiyle birleştirilirse, sedefli bir deniz helezonunda ya da gündöndüdeki çekirdeklerin örüntülerinde bulunana çok benzeyen logaritmik bir spiral ya da volüt elde edilir. Yunanlıların iyon düzeninin başlığının volütünde kullandıkları böylesi bir eğriydi.
ÖLÇEK : Mimarlık görsel sanatların en büyüğü ve en kapsamlısıdır. Kullanıcı tarafından karşılaşılan güçlüklerden biri yapının boyutunu belirlemektir. Bir yapının boyutunu belirlerken karşılaştırma ölçümüz kendi boyutumuzdur. Ortalama insan boyutuna göre bir yapının büyüklüğüne onun ölçeği denir.
Çoğu durumda yapıda büyüklüğüne ilişkin birçok ipucu- pencereler, kapılar , basamaklar bulunur ama bütün bunlarda ölçek duygumuzu çarpıtacak şekilde genişletilebilir. Böyle bir durum, Michelangelonun yönetiminde yapılmış olan Saint Peterin dışında görülür, burada pencereler ve taş pilastrlar umulandan iki ya da üç kat daha büyüktür. Yirminci yüzyıl ortasındaki uluslararası modernizmin süssüz, endüstriyel anlayıştan esinlenmiş mimarisininiçsel sorunlarından birinin mimari yapıların böylesi ipuçlarından yoksun oluşuydu. Mimarlar yüzyıllarca görsel ipuçları sağlamış olan detayları yok etmekten gururluydular. İkilem, Skidmore ,Owings tarafından yapılan Connecticut, New Haven Yale üniversitesi Beinecke Nasir Kitaplar Kütüphanesinde son derece güzel biçimde örneklenmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)